Yeniden Doğan Bir Mekan: High Line Parkı ve Kent Peyzajında Dönüşümün İzleri
  1. Anasayfa
  2. TASARIM

Yeniden Doğan Bir Mekan: High Line Parkı ve Kent Peyzajında Dönüşümün İzleri

0
Reklam Sponsoru

Kentler sürekli değişen, dönüşen ve yaşayan organizmalar gibidir. Bu dönüşüm sürecinde terk edilmiş yapılar, atıl alanlar veya eski altyapı sistemleri kimi zaman yeniden işlevlendirilerek kent yaşamına entegre edilir. Bu bağlamda New York’ta bulunan High Line Parkı, çağdaş peyzaj mimarlığı alanında örnek gösterilen başarılı bir kentsel dönüşüm projesidir. Terk edilmiş bir yük treni viyadüğünün, yenilikçi bir yaklaşımla kamusal yeşil alana dönüştürülmesi, yalnızca fiziksel bir dönüşüm değil; aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve çevresel bir yeniden doğuştur.

1. Projenin Arka Planı: High Line’ın Kısa Tarihi

High Line, 1930’larda Manhattan’ın batı yakasında yük taşımacılığı amacıyla inşa edilen, yaklaşık 2,3 kilometre uzunluğundaki yükseltilmiş bir demiryolu hattıdır. Ancak 1980’li yıllarda kullanımı sona ermiş ve yapı çürümeye terk edilmiştir. Bu dönemde bölge, olumsuz bir imaj kazanmış ve yıkılması gündeme gelmiştir (David & Hammond, 2011).

2000’li yılların başında Robert Hammond ve Joshua David’in öncülüğünde kurulan “Friends of the High Line” adlı sivil toplum girişimi, hattın korunarak halka açık bir yeşil alana dönüştürülmesi fikrini ortaya atmış, bu fikir zamanla kamuoyundan ve belediyeden destek görerek hayata geçirilmiştir.

2. Peyzaj Tasarımı ve Tasarımcılar

Projenin peyzaj tasarımı, James Corner Field Operations tarafından yapılmış; mimari tasarımda ise Diller Scofidio + Renfro firması yer almıştır. Bitkilendirme konsepti ise peyzaj mimarı Piet Oudolf tarafından üstlenilmiştir. Bu multidisipliner ekip, geçmişle bugünü harmanlayan, doğal peyzaj ile kent peyzajını birleştiren bir tasarım dili oluşturmuştur (Corner, 2014).

Bu yazı da ilginizi çekebilir:  Eşsiz Rengi Ile Nanchang Kırmızı Toprak Parkı

Tasarımın temel yaklaşımı, terk edilmiş demiryolunun doğal kendiliğindenliğini koruyarak yeni işlevler kazandırmaktır. Yani, orada doğal şekilde büyüyen bitki örtüsü korunmuş ve bu karakteristik estetik, tasarımın temel öğesi haline getirilmiştir.

3. Tasarım İlkeleri: Doğallık, Süreklilik ve Katılımcılık

High Line tasarımı üç ana ilkede özetlenebilir:

  • Doğallığın Korunması: Proje, doğaya müdahale etmeden estetik değer yaratmayı hedeflemiştir. Geniş çayırlık alanlar, spontane bitkilendirme ve özgün bitki türleri korunmuş ya da benzeri türlerle desteklenmiştir.
  • Yürünebilirlik ve Erişim: High Line boyunca kesintisiz bir yürüyüş deneyimi sunulmuştur. Kamusal alanlar, oturma ve seyir noktaları ile desteklenmiş, merdivenler ve asansörler aracılığıyla farklı kotlara erişim sağlanmıştır.
  • Katılımcı Süreç: Proje sadece bir tasarım ekibinin değil, halkın, yerel yönetimlerin ve STK’ların da desteğiyle şekillenmiştir. Bu durum, kamusal mekanların toplumsal uzlaşı ile nasıl yeniden tanımlanabileceğine dair güçlü bir örnektir.

4. Ekolojik ve Sosyal Etkiler

High Line sadece estetik bir başarı değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik açısından da örnek bir projedir. Yeşil altyapı olarak çalışması, mikro iklim etkileri yaratması, biyoçeşitliliği desteklemesi ve kentsel ısı adası etkisini azaltması gibi pek çok fayda sağlamaktadır (Lindholm, 2013).

Sosyal olarak ise, proje New York halkının gündelik yaşamına yeni bir nefes alanı kazandırmıştır. Özellikle pandemi sonrası dönemde açık hava alanlarının önemi arttıkça, High Line gibi projelerin gerekliliği daha da belirginleşmiştir.

5. Kentsel Dönüşümde High Line Modeli

High Line Parkı’nın başarısı, benzer birçok projeye ilham olmuştur. Paris’teki Promenade Plantée, Seul’deki Seoullo 7017 Skygarden ya da İstanbul’daki bazı ray hattı dönüşüm projeleri bu modelden etkilenmiştir.

Ancak bu modelin her yerde birebir uygulanması mümkün değildir. Çünkü her kentin kendine özgü dokusu, sosyal yapısı ve peyzaj dinamikleri vardır. High Line bu anlamda, “yeniden işlevlendirme” fikrinin güçlü bir örneği olarak değerlendirilmelidir.

Bu yazı da ilginizi çekebilir:  Murou Sanat Ormanı: Japonya'da Bir Açık Hava Müzesi

Sonuç

High Line Parkı, sadece eski bir demiryolunun yeşil bir alana dönüştürülmesinden ibaret değildir. Aynı zamanda çağdaş peyzaj mimarlığının vizyonunu, kamusal alan anlayışını ve kentlerin dönüşüm potansiyelini ortaya koyan çok katmanlı bir projedir. Tüm bu yönleriyle High Line, hem akademik dünyada hem de uygulama alanında uzun yıllar boyunca tartışılacak ve örnek alınacak bir tasarım harikası olarak yerini almıştır.

Türkiye İçin High Line Benzeri Bir Model Mümkün mü?

New York’taki High Line Parkı, terk edilmiş bir raylı sistemin kent peyzajına kazandırılması açısından birçok ülkeye ilham verdi. Peki, Türkiye’de böyle bir proje hayata geçirilebilir mi?

Türkiye’nin büyük şehirlerinde, özellikle de İstanbul, İzmir, Ankara ve Eskişehir gibi kentlerde geçmişte kullanılan ama günümüzde atıl kalmış raylı sistemler, sanayi yapıları veya viyadükler bulunmakta. Bu alanlar, nitelikli bir kamusal yeşil alana dönüştürülerek hem kent dokusuna nefes aldırabilir hem de kent kimliğini zenginleştirebilir.

Ancak Türkiye’de bu tarz bir dönüşüm için bazı özgün dinamikler dikkate alınmalıdır:

  • Sosyo-kültürel Uyum: Türkiye’de kamusal alan kullanımı, kültürel normlara bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Dolayısıyla tasarım sürecinde kullanıcıların sosyal alışkanlıkları ve mekânla kurdukları bağlar analiz edilmelidir.
  • İklim ve Bitki Örtüsü: Türkiye’nin farklı bölgeleri farklı iklim koşullarına sahip olduğu için bitkilendirme, drenaj ve gölgelendirme gibi unsurlar bölgesel olarak özgünleştirilmelidir.
  • Yasal ve İdari Süreçler: Kamusal alanların dönüşümü, özellikle tarihi yapılarda, yoğun bürokratik süreçlere takılabilir. Bu nedenle yerel yönetimlerin ve STK’ların iş birliği kritik önemdedir.

Önerilen Bir Proje Alanı: Haydarpaşa Garı – Kadıköy Hattı

İstanbul’da Haydarpaşa Garı’ndan Kadıköy’e kadar uzanan eski ray hattı, bu bağlamda düşünülebilecek önemli bir alan örneğidir. Uzun süredir kullanılmayan bu hat, yükseltilmiş kısımları ve kıyıya yakın konumu ile yürüyüş yolları, seyir terasları, kültürel etkinlik alanları ve yeşil koridorlarla dönüştürülebilir. Böyle bir proje, hem nostaljik bir geçmişe referans verir hem de çağdaş bir kent vizyonuna hizmet eder.

Bu yazı da ilginizi çekebilir:  GARDENS BY THE BAY: Singapur’un Çılgın Projesi

High Line Parkı’nın başarısı, yalnızca fiziksel bir tasarımın ötesinde, güçlü bir vizyon, toplumsal sahiplenme ve doğaya saygılı bir dönüşüm anlayışı ile mümkün olmuştur. Türkiye’de de benzer projelerin gelişebilmesi için, bu üç temel prensibin benimsenmesi gerekir. Ayakta kalmış her terk edilmiş yapı, aslında yeni bir yaşam alanına dönüşme potansiyelini içinde taşır. Yeter ki bu potansiyel doğru okunabilsin…

Yazı Kaynakları

Selçuk Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı bölümü mezunuyum. Peyzaj mimarımı olmamda ki sebep; Giderek betonlaşan ve doğadan uzaklaşan dünya'da mesleğimi hakkıyla yaparak insanlara nefes alabilecekleri ve sosyal aktivitelerini gerçekleştirebilecekleri alanlar oluşturmayı hedefliyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir